Sabah yine aynı saate kalkıp, kahvaltımızı yapıp tekrar odaya dönüyoruz. Hamit’ler erkenden konsolosluğa gitmişler. Biz biraz bavulları düzenleyip ağırlıkları kontrol etme, biraz da Umman’ı araştırma için odada kalıyoruz bir süre. Haberleşiyoruz, arkadaşların işi uzayacak, çıkıp biraz dolaşalım diyoruz. Çok yakın olan “Gate of The India” ‘ya yürüyoruz
Şansımıza aşırı yağmur yok, az az çiseliyor. Birkaç gündür dışarıda makinamı korkudan çıkaramıyor cep telefonu ile idare ediyordum. Biraz fotoğraf çekip, sahile ikinci paralel yolda bir sıra kaldırımı işgal etmiş sokak satıcıları ve dükkanları gezip bir miktar takı, t-shirt ve bir açacak alıyoruz. Burada sokaktaki gayrı resmi birinden para bozduruyorum, o bile 83 Rupi veriyor bir dolar için. Havaalanındaki döviz bürosunu unutmadım hala.
Sokakta İnternet bağlantımız olmadığından saat üçe doğru tekrar otele, arkadaşların durumunu öğrenmeye gidiyoruz. Gelmemişler, işler uzamış. Aldıkları pembe pasaportlarla bu sefer Hint makamlarına gönderilmişler. Çıkışta geçerli olması için onların onayı gerekiyormuş. Gidince makamın yalnız online başvuru kabul ettiğini öğrenmişler. Fakat online başvuru da tıkandığı için bir türlü ilerleyemiyorlarmış. Akşam yedi gibi bu işleri yapmayı becerebilen bir adamın mesaiden dönmesini bekleyecekler. Biz madem otele geldik biraz dinlendikten sonra çıkmaya, çıkınca biraz daha dolaşıp akabinde leopold Cafe’ ye gidip yeme, içme işini halletmeye karar veriyoruz. Tekrar sokaktayız, aklımızda kalan bir, iki şeyi de alıp kafeye gidiyoruz.
Aldığım bir tişörtün hoşuma giden etiketi
Kafede İnternet yok, birer bira söyleyip yemek için bir saat bekleyelim belki gelirler diyor ve sohbete başlıyoruz Gülten’le. Konuşurken yaşadığımız komik şeyler geliyor aklımıza; Mesela, bir taksi ile pazarlık yaparken “klima kullanacak mısınız?” diye sormuştu. Fiyatı ona göre belirleyecekti sanırım 😊. Bu arada kadın şoför oranı konusundaki istatistiğim hala geçerli. Bir saat sonra yemek söylememiz lazım çünkü yarın erken kalkıp uçağa yetişeceğiz. Beş kişi başladığımız gezimizin son durağına iki kişi gideceğiz maalesef. Neyse, bir saat geçiyor ve tam yemeği söyleyecekken geliyorlar. İşi halledememişler. Hint prosedürlerini geçememişler. Artık nedense şaşırmıyoruz. Otelden bir yazı bekleniyormuş. Otelci becerememiş ne yazısıysa o. Bunları konuşmayı yemek sonuna bırakıyor ve siparişimizi veriyoruz. Biftekli, biralı, tatlılı enfes bir yemek geliyor. Porsiyonlar epey büyük. Bir porsiyonda üç büyük parça biftek geliyor garnitürü ile beraber, hem miktar hem de maliyet açısından Türkiye’de yemek zor artık. Yemeğimizi yiyip, tatlıyı yutup çıkıyoruz. Yürüyerek otele yollanıyoruz. Sokak satıcıları kapatıyor yavaş yavaş. İkişer biranın verdiği rehavetle yürüyerek oteli geçmişiz. Epey bitik bir mahalledeyiz. Fareler, dilenciler, çamur ve kalabalık, ne ararsan var. Kızlar biraz tırsıyorlar. Neyse geri dönüp otele varıyoruz. Hamit resepsiyondaki çocuk ile gönderemediği belge için kapışıyor. Sinirler geriliyor ve sesler yükseliyor. Belgeyi vermek için Hindistan vizesinin vize numarası gerekiyor diye diretiyor çocuk. Ama pasaport yok, vize fotokopi veya dijital görseli yok. Anlaşamayınca patronunu çağırıyor. Patron yapıcı yaklaşıyor. Yarın ben polisle konuşup hallederim diyor. Birer de kahve ısmarlayarak ortamı yumuşatıyor. Saat epey geç oldu üç, dört saat sonra kalkmamız lazım. Yine de biraz daha oturup rahatlamak üzere konuşuyoruz.
Bu arada Hamit bugün geçen komik bir olayı anlatıyor. Pembe pasaport için biyometrik fotoğraf çektirmeye bir fotoğrafçıya gitmişler. Fotoğrafçı bir çekmiş olmamış, iki çekmiş olmamış, sonunda bir parça pamuk alıp Hamit’in kulağının arkasına yapıştırmış.
Ne yapıyorsun deyince de “İki kulağının da görünmesi gerekiyor, olmadı bir türlü” demiş. Ama fotoğrafa bakınca yine de tam ortalayamadığını görüyoruz. Hamit, kurcalanmadık bir kulağımızın arkası kalmıştı deyince çok gülüyoruz. Sonra kucaklaşıp ayrılıyoruz. Artık İstanbul’a kadar bir daha görüşemeyeceğiz.